Efsane 


Türkiye Türkleri arasında “ efsane”, “ menkıbe”, “ esatir” ve söylence terimleri ile adlandırılan metinler, diğer Türk boylarında “epsane” , “rivayet”, “mif” “legenda”, “añız", “aytıv”, “tavruh”, “kuuyçın” … gibi terimlerle adlandırılmaktadır.
Efsane; anlatım türleri içinde, masal, destan ve halk hikayesine göre daha kısa, içinde abartma ve olağanüstülük bulunan nesir anlatıdır. Konuları doğadaki oluşumlar ve insan (özellikle dini ve tarihi
şahsiyetler) olan, somut kanıtlar ortaya koydukları için anlatılanların gerçek olduğuna inanılan bu anlatmalarda olağanüstülükler ve yapılan açıklamalar önemli bir yer tutar. Nedeni belli olmayan varlık, olay ve oluşumlara açıklama getirme, toplumsal ideal ve kurumları geçerli kılma gibi işlevleri vardır. Herhangi bir yerde, Herhangi bir zamanda ve herhangi bir kişi tarafından anlatılabilir.

Türk tarihinde yer etmiş dini ve tarihi kişiliklerin (evliyalar, erenler, önemli devlet büyükleri) hayatları ve kerametlerinden bahseden efsanelere “menkıbe” adı verilir. Menkıbeler bazen ayrı bir tür gibi
görülmekteyse de bu anlatmalar şekil, yapı, içerik işlev ve de anlatım özellikleri ile efsaneleri bir alt türüdür. Batı dillerinde kullanılan “legende” Kelimesi de esas itibarıyla bu türden dini ve tarihi kişilikler
etrafında oluşturulmuş anlatmaları ifade etmektedir.

Efsanenin Özellikleri
Efsaneler, gerçekte yaşandığına inanılan hikayelerdir. Anlatıcı: “Bunu bizzat yaşadım, falancanın anlattığı gibi..” gibi sözlerle belli bir zaman, yer ve gerçek kişi adları da vererek efsaneyi dinleyenleri ikna edici somut kanıtlar sunar.
Genellikle kişi, yer ve olaylarla ilgili anlatılardır.
Genellikler kişilerde ve olaylarda olağanüstü olma özelliği görülür.
Efsanelerin belli bir şekli yoktur; kısa ve konuşma diline yer veren bir anlatımı vardır.
Efsaneler ilahî olmaktan çok dünyevidir. Efsanelerin işlevleri
Bir toplum için önemli olan olay, durum, varlık ve sosyal kurumların oluşum nedenlerine açıklama getirmek,
Ait oldukları toplumun yaşadığı coğrafyayı, tabiatı ve toplumun hayatında önemli olan varlık ve nesneleri yerelleştirmek ve millileştirmek,
Toplumda geçerli olan gelenekler ve bunlara bağlı sosyal davranış ve kurumları geçerli kılmak ve genç kuşaklara aktarıp benimsetmek.
Efsaneler; masal, mit, destan, halk hikayesi gibi türlerden biçim, içerik ve gerçeklikle algısı bakımından farklar ve benzerlikler içermektedir.

 Efsane-Masal Farkı

Masal ve efsane arasındaki en belirgin fark masalda anlatılan olayların gerçek olmadığına anlatanın da dinleyenlerin de inanmasıdır. Efsanede anlatılanlar ise anlatıcı ve dinleyenler tarafından gerçekte yaşanmış kabul edilir.
Masalın anlatımında belli biçimsel kalıplar ve özel bir üslup vardır. Başlarken ve bitirirken söylenen tekerlemeler buna örnektir. Efsanede ise belli bir üslup ve şekil yoktur, konuşur gibi anlatılır.
Masal, sonu her zaman tatlıya bağlanan bir anlatı türüdür. Efsanede ise hikayenin sonunun acıklı bitmesi –zorunlu değilse bile- olağandır.
Efsanelerde tekerleme ve anlatım üslubu yoktur ama belli motifler vardır.

Efsane-Mit Farkı

Efsane de destan gibi tarihi zamanda oluşmuşken, mit kozmik zamanda oluşur.
Efsanelerdeki kahramanlar da destanlarda olduğu gibi olağanüstü güçlere sahiplerdir ama tanrılar ve yarı tanrılar değildir. Oysa mitlerin kahramanları tanrısal varlıklardır.
Mitlerle efsanelerin en çok benzeştikleri nokta her ikisinin gerçek olduklarına inanılmasıdır.
Efsaneler de mitlerde olduğu gibi bir şeyin nasıl oluştuğunu anlatırlar bize. Örneğin ders kitabında “Adam nasıl Lokman Hekim olmuştur?” sorusu açıklanmıştır.
Efsanelerde bir şeyin oluşumunun açıklanmasını yanında olaydan ders çıkarmamızla ilgili bir mesaj da verilebilir.

 Efsane-Destan Farkı

1. Destanlardaki olayları tarih sayfalarında bulmamız mümkündür. Ama bunu efsane için her zaman söyleyemeyiz.
2. Destanlar milletlerin yaşamış olduğu önemli olayları konu alır. Bu bakımdan bu önemli olayları bir tarihi gerçeklik olarak görebiliyoruz. Ancak bunu bütün efsaneler için söylememiz mümkün değildir
3. Efsane ile destanın geçtiği zaman farklıdır. Bir olayın destan olabilmesi için eski devirlerde ortaya çıkması, aradan bir zaman geçtikten sonra meydana gelmesi gerekir. Destanın olayı ile destanın teşekkülü arasında uzun zaman geçmesi gerekir. Efsanenin oluşması için uzun bir zaman geçmesi gerekmez.
4. Efsanelerin bazılarında kutsallık olmasına karşın, bu husus destanlarda görülmez. Destanlar daha çok milli olmaları bakımından bir orijinallik taşırlar. Efsanelerin çoğunda kahramanlar manen yücelirler, diğer türlerde bu yücelme görülmez, destanlarda bir tanrı inancı yaşanır, fakat bu yaşama hali bir yücelme değildir.
5. Efsanelerin benzerlerini başka milletlerde de bulabiliriz. Fakat destanlar milli oldukları için benzerleri olamaz, sadece bir millete aittirler
6. Destanlar belli bir oluşum aşamalarına ve çoğunlukla manzum anlatım biçimlerine sahiptirler, genellikle bir ozan tarafından manzum bir biçime sokulmuşlardır. Efsaneleri anlatan ve dinleyenler halktan herhangi biri olabilir ve anlatımlar herhangi bir biçime sahip değildir.
Efsane-Halk Hikayesi Farkı
Efsaneler ve halk hikayeleri arasında olağanüstülükler içermesi, günlük hayatta yaşamış kişiler ve gerçek mekanlardan söz etmesi bakımından benzerlikler vardır. Halk hikayeleri ozan veya aşık denilen saz şairleri tarafından belli bir formda anlatılır. Efsaneleri herkes anlatabilir ve belli bir formu yoktur.
Halk hikayelerinde anlatılanların içinde efsanelere de yer verilebilir.
Efsaneler daha kısa anlatılardır. Nazım nesir karışık bir anlatımı yoktur.
Efsanelerin Sınıflandırılması
Önceleri masalların içinde ele alınıp incelenen efsaneler, zamanla ayrı
bir tür olarak değerlendirilmiştir. Dünyada geçerliliği olan önemli sınıflandırmalardan biri “İnternational Society for Folk-Narrative Research (Uluslararası Halk Anlatmalarını Araştırma Enstitüsü) tarafından 1962’de yapılmıştır. Buna göre efsaneler konularına göre şöyle sınıflandırılır:
Yaradılış ve dünyanın sonu ile ilgili efsaneler,
Tarihi efsaneler ve medeniyet tarihi ile ilgili efsaneler
Olağanüstü varlıklar ve güçler/mitik efsaneler
Dini efsaneler

 EFSANE ÖRNEKLERİ

Efsanelerin örnek seçerken Anadolu’nun pek çok yerlerinde benzerleri bulunan ortak motifleri bulunan belli başlı efsane modellerine yer vermeye çalışılmıştır. Söz gelime (Kesik Baş Efsanesi) Kars kalesi içerisine mezarı bulunan Celal Baba, Sivas‘ın Yıldızeli ilçesinin Yahu Köyünde mezar yeri gösterilen Kevgir Baba efsanelerinde oluğu gibi anlatılanların birbirlerine çok benzediği sadece mekânların ve kişi adlarının değiştiğine şahit oluruz. Aşağıda hemen her yörede benzeri bulunması muhtemel olan efsane örneklerine yer verilmiştir.

 ŞAHMERAN VE BİR İNANIŞIN EFSANESİ
Çukurova bölgesinde halk arasında Şahmeran Efsanesine bağlı olarak söylenen: "Misis yılandan, Ceyhan yelden. Adana selden gidecek" şeklinde bir söz vardır. Bu sözün temelinde şu inanış yatmaktadır: Adana, Seyhan Nehri'nin yanı başında bir düzlükte kurulmuştur. Eskiden nehir sık sık taşar, evleri, köyleri yıkar, tarlaları su altında bırakırmış. Adana'da sık sık sel olduğu için bir gün şehrin bu yüzden yok olacağına inanılır. Ceyhan'da ise evler çok eskiden topraktan ve kamıştan yapılırmış. Her yanı açık olduğu için, kuvvetli bir rüzgârda birçok ev yıkılıp gidermiş. Misis'in yılandan gitmesine gelince, bu da yine yörede çok bilinen Şahmeran efsanesi ile birlikte anlatılır. Efsaneye göre Misis yakınında küçük bir dağın tepesine kurulmuş, Yılankale denilen bir kale vardır. Bu kalede sütle beslenen birçok yılan varmış. Bu yılanlar, bir gün sütsüz kalıp kaleden çıkacaklar ve Misis'e inerek orada yaşayanları sokacaklarmış.(Adana Efsanelerİ,Yrd. Doç. Dr. Refiye Şenesen)

LOKMAN HEKİM EFSANESİ
Adana ve çevresinde yüzyıllardır yaygın olarak Lokman Hekim efsaneleri anlatılmaktadır. Bunlardan bir tanesi şöyledir:
Lokman Hekim, inanışa göre bütün hekimlerin piri, üstadıdır. Her çiçeğin, her otun özelliklerini tanıyan Lokman, ilaç yapar, derilere deva bulunmuş. Bütün dünyayı dolaşmış. Çukurova'ya gelince ovanın bereket ve güzelliğine hayran olarak Misis'e yerleşmiş. Çevredeki bütün hastaları iyileştirmiş. Anık hastalığın ne olduğunu unutan Çukurovalılar, ölümsüz hayatın peşine düşmüşler. Kendileri için
ölümsüzlük ilacını yapmasını istemişler. Lokman Hekim Çukurova'yı adım adım dolaşmış, bütün bitkileri incelemiş. Bir gece dolaşmaktan yorgun düşmüş ve ulu bir çınarın altında uyuyakalmış. Bir ara bir ses duymuş: "Ey Lokman, anık araman bitsin, ben ölümsüz hayatın devasıyım. Bundan böyle insanlara ve hayvanlara ölüm yok". Lokman Hekim, sesin geldiği bitkiye doğru yürüyüp koparmış. Bu arada Tanrı Cebrail'e: "Yetiş Cebrail, Lokman ölümsüzlüğe çare bulursa bu insanların hali ne olur?" demiş. Bunun üzerine Cebrail, pir-i fani kılığında Misis Havraniye tarafına bir gelmiş. Misis Köprüsü'nün üstünde Lokman Hekimle karşılaşmış. Cebrail: "Selamü-naleyküm" dedikten sonra. Lokman'ın elindeki kitaba bakmak istemiş. Kitabı alıp coşkuyla akan Ceyhan Nehri'ne atmış. Kitabın ardından Lokman da suya atlamış ama bulamamış. Yaz gelip sular çekilince, ırmak boyunda aramaya devam etmiş. Sonunda kitabın sadece bir yaprağını, arpa tarlasında bulmuş. Bugünkü tıp biliminin, o günkü yapraktan geliştiğine inanılır. Yörede hâlâ, efsanenin izlerine rastlanılmaktadır. Kitabın bulunduğu arpa tarlasının toprağı kutsal sayılır. Çocukların karınları ağrıdığında bu toprağı ısıtıp beze sararak çocuğun karnına koyarlar. (Adana Efsanelerİ,Yrd. Doç. Dr. Refiye Şenesen)  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ortak Ürünümüz (Efsane Kitabımız)